24 Aralık 2008 Çarşamba

Sadece

Yalnızlığımın tenha bir anında
Onun yalnızlığına karıştı ruhum
Sadece O var, sadece O en sonda
Başım, sonum, tuzak dolu yolum
Başsızlığım, sonsuzluğum, yolsuzluğum
Fırtınalı yürek bir zamanlar durgun
Şarkılar söyleniyor, sazlar, sözler,
Vurmalılar yırtıyor gecenin zifiri karanlığını
Ritimlerde hep Onun adı
Onun adını haykırır sazlar
Vurmalılarda O.
Ya ben, en çetin savaş meydanlarında
Silahsız savundum ülkemi hep.
Ülkem dediğim viranelikte
Yenik çıksam da her savaştan
Yorulmam savaşmaktan...
Şimdi derin yaralarımı
En acılı tablolara dalar gibi
Seyrediyorum, kanıyorlar hâlâ.
Yenilmişim.
Şimdi yeni doğan sabahlarda
Güzel günleri karşılıyorum
Yüzümde buruk bir gülümseme.
Onun ismini tekrarlıyorum
Kimse duymasın
Sadece martılar,
Haykırsınlar aşktan bihaberlere.
Haykırsınlar Ondan bihaberlere diye.

B.E.

19 Aralık 2008 Cuma

Nazende ve Dilsiz

Sorma neden ağlarsın, sanki bilmezmiş gibi. İstersen saklan o kocaman yalanın ardına, ben bütün çulsuzluğumla içtim kendi yalanımı. Şimdi gördüğün serseriyim, senden başka hiçbir şeyi olmayan.
Zaman akar, sen sararsın tüm gözlerimi... Senle izlerim masmavi gökyüzünü,senin kokun gelir en nazlı çiçeklerden ve senin sesin duyulur ulu meşe ağacının dallarından. Senle karşılarım akşamı. Güzel günün ardında senle döner evine anne kuş. Senle örter sımsıcak örtüsünü kızıl tarlaların üstüne dingin rüzgar.
Senle başlar şarkılarına ağustos böcekleri. Eşlik ederim nakaratlarına, adın gezinir her bir susuşta. Çok beklemez, hüzün dolar akşama. Ağlarım, seni vurur yağmur kurumuş dudaklarıma. Ey aşk bırakma beni.
Ben okyanusun ortasında ıssız adamda kendim kadar yerin işgalcisiyim dünyamda. Gittikçe büyüyor varlığın, gittikçe korkuyorum kendimden. Söyletme nazende, ağlatma. Dilsizim sevdanın yamaçlarında.

B.E.

7 Aralık 2008 Pazar

SEN

Seni dinliyorum en ıssız köşesinde cennetin…
Sarmalamışsın dört bir yanımı.
Huzurunda boğuluyorum ezgilerinin,
çok tanıdık ezelden bildik sesin...

Yalnızlıksa yalnızlık olsun çilem.
Seni görür beni her gören.
Yalnızlıksa yalnızlık olsun, çileyse çile.
Kimseler görmesin beni, sen bile…

Ayrılığın yas akşamında gömeyim kendimi senin topraklarına
ve senin yıldızların olsun gece lambalarım.
Sen varsan korkmam yalnızlıktan, topraktan.
Bir yaz akşamı olsun gömeyim kendimi en derinlere.

Senin güneşinle açayım gözümü dünyaya.
Senin sıcaklığın dolsun nefesime.
Sen varsan var olsun bu nefes.
Ve acı bir ezgi olsun uzaklardan..

İstersen konuşma, sadece dinle duyulmayanı.
Gözlerimiz karışsın birbirine, ne ben kalayım ortada ne sen..
Aynı şarkıyı söylesin yüreklerimiz
ve ellerimiz aynı yakamozu aydınlatsın.

Sonu yok bu yalnızlığın,
Sonu yok sensizliğin ve senin.
Kırmızı çiçekler yeşil çimenlerle süsledim bahçemi,
Çok yaram var, yalnızlığımı çal öyle gel.

B.E.

8 Ekim 2008 Çarşamba

susku çiçeği

bakarsın yorgun dönerim içimdeki kederden
mavi bulutum, incir ağacım
kabuğum üşüyor,
tende yara..

yoksunluğum yüzüme işledi.
korkuyorum;
dilde susku çiçeği…
devriliyorum tenindeki kıyametin,
kuytusunu üşüyerek geçerken yüreğinden…

Özge Taşdemir

6 Ekim 2008 Pazartesi

Cellat

Ruhumdaki yaranın en güzel elbiselerle bile örtülemeyeceğini biliyorum. Artık gittiğini ve hiçbir zaman dönmek istemediğini biliyorum. Ne kadar ağlasam da ne kadar çağırsam da gözyaşlarımı görmeyeceğini, sesimi duymayacağını, duysan da bir anlam vermeyeceğini biliyorum.
Meğer ne çok sevmişim seni. Ne kadar çok vazgeçmişim kendimden. Ve sana koştukça nasıl da yüreğimi bulmuşum. Yüreğimin sonsuz okyanusunda sen dediğim sandalla yüzmüşüm.
Sandığın gibi saçma sapan bir sebepten terk etmedin beni. Sen de ben de bilemedik sevgisizliğin sebebini. Ertesi gün cinayeti hiçbir gazete yazmadı. Hiç kimse cesedimi fark etmedi. Faili meçhul aralarında dolaşırken kimse yüreğimi görmedi. Günlerce ağladım, günlerce kanadı ruhum. Neden titrediğimi sorduğunda yalan söyledim sana. Ölüyordum.
Sana kızamıyorum. Hiçbir zaman kızmadım. Şimdi eski seni özlüyorum. Sevgilim diyemediğim eski sevgilimi. O masum çocuğu. Yüzümde çarpık bir tebessümle anıyorum Cumartesi sabahları.
Sabahlar geçiyor, zaman akıyor. Sen geçmişte bir anı, süzülüyorsun yanaklarımdan sıcacık. Kum saatinde akıp giden her kum parçacığı, yeşil yeşil geçiyor gözlerimin önünden. Sen çok uzaklarda bir deniz kıyısında, ben kubbelerin derinliğine karışıp sessizliğini dinliyorum sensizliğin. Şükürler olsun beni Yaratan’a. İyi ki sevmişim seni. Sen, yüreğimdeki idam mahkumu, bir kez daha affediyorum seni. Uç gökyüzüne. Uç git ki uçuşunu seyredeyim. Bütün şiirler sana, bütün yazılar, bütün şarkılar, bütün tablolar sana hediyem olsun. Özgürlük senin, uç git, aldırma ellerindeki kana…

B.E.

2 Ekim 2008 Perşembe

Hoşgeldin

Hoş geldin geçmişimden kopup, hayalime dolup beni bugüne taşıyan güzel hayalet. İyi ki geldin. Umutsuzluğun sadece bir kuruntu olduğunu, yaşamın ve ölümün aynı madalyon olduğunu, aşkın içimde beni ve tüm kainatı aydınlatan, tüm insanları okyanusları ve yıldızları sarıp sarmalayan bir ışık olduğunu, zamanın sayılamayacağını bir anda gösterdin bana.
Yüzlerce, binlerce, milyonlarca yüzün içinde sadece bir yüz. Sadece bir yüz gösterebildi bana yaşam dediğim oyundaki en akıl almaz sahneleri. Hem oynar hem de seyrederim ben bu oyunu. Genellikle çoğunuzdan iyi oynarım. Ne kadar ciddi oynarsam, o kadar gülerim seyirci koltuğumdan.
Sen, oyunumdaki güzel oyuncu. Bitmeyen, hüzün dolu, huzur veren büyülü ezgi. Küllerimden doğar doğmaz her yerde seyreder, her yerde dinler oldum ben seni.
B.E.

27 Ağustos 2008 Çarşamba

Tutunuş

Geldiğinde öyle sıkı tutunmuşum ki sana, bir türlü ayrılamayışım ondandı. Sen giderken bir uçurumun kenarına terk ettim kendimi. O kadar yara almıştı ki yüreğim, atışını duymak imkansız. Sözlerin uçurumun kenarını döven dalgalar, beni denize atmaya uğraşan fırtına kadar acımasız. Gelişinle giydiğim kanatlarım güçsüz.
Sessizliği dinliyorum uçurum kenarında. Burası benim uçurumum, burası senin uçurumun, burası ikimizin uçurumu ama şimdi sen de bilmiyorsun yerimi. Beni bilmiyorsun. Yavaşça siliniyorum varlıktan. Ben öldükçe sen de bitiyorsun ufkumda. Öyle yükselmişim ki seninleyken, düşerken bu kadar acı ondandı.
Betül Ergin

Kalabalıkta

Eskiden medrese olan tarihi yapının bahçesinde yeşillikler içinde yastıklarla çevrili tahta sedire oturmuş dinliyorlardı. Sol taraflarında uzanan yolun üstündeki köprüden geçen banliyö tren acelesi olanları işlerine yetiştirirken, olmayanlara huzur veriyor, rüzgarla yarışında saçlarını okşuyordu. Hemen arkalarındaki küçük caminin minaresinin üstünde uçuşan kuşların çığlıkları ve kanat çırpışları mutlu yüreklerin adresiydi. Onlar da yüreklerini açmışlardı bu seslere. Karşılarındaki mezar taşı yaşamla ölümü iç içe geçirmiş, geçmişten anılarla dersler veriyordu. Merhametli ve yumuşacıktı sesi, ağır ağır konuşuyordu. Hiç acelesi yokmuşçasına.
Dinliyorlardı. Bahçeden ney sesleri yükseliyordu. İsmail Dede Efendi’nin Ferahfeza Mevlevi Ayini’nden ilk peşrev hem ağlatıyor hem coşturuyor hem söyletiyordu neyi. Kanatıyordu yüreklerini. Sonra en şifalı merhemini sürüyordu açtığı yaralara. Okşuyordu usulcacık ve gözyaşlarını siliyordu hafif bir tebessümle. Dinliyorlardı.
Bahçeye yolu düşmüş bir çift, tahta bir masada karınlarını doyururken yavru bir kedinin onlara açım diyen gözlerini görüyorlardı. Çok ufaktı kedi ve açtı besbelli. Masanın yanında gezinse de çifte görünemiyordu. Birkaç kez miyavlamayı denedi. Bahçeden çıkıp arka taraftan dolaştı. Çifte daha yakın olabilmek için çitlere çıktı. Açım diye bağırıyordu artık. Yazık, onlardan başka gören okşayan olmadı yavru kediyi.
Yolda yürüyorlardı. Bilmedikleri yollarda. Bu mahalleyi eski resimlerde görmüştük diyorlardı yürürken. Kadırga sokaklarında yürüyorlardı, Kumkapı civarında. Eski bir yara sızlayıverdi aniden. Eskisinden de acıydı bu sızı. Eskisinden de fazla kanattı zavallı yüreğini. Yürürken eski evin sokağına bir bakış attı ama cesaret edemedi önünden geçmeye. Ruhunu acıtsa da eve sırtını verip koşarcasına yürüdü yokuşu… Eski kaldırımlar, eski o, eski sevgili hala oradaydılar. Hala o sokakta ilk günlerde önünden birer birer geçip gidiyorlardı. Bazen peşleri sıra yürüyordu bazen yanlarından… Bazen geçiveriyordu önlerine. Görmek istemiyordu. Kalbinin atışını duymak istemiyordu. Eski katilini görmek istemeden yürüyordu. Bir kez daha zalimce katledilmeden cesedini alıp kalabalığa karıştı.
Betül Ergin