6 Ekim 2008 Pazartesi

Cellat

Ruhumdaki yaranın en güzel elbiselerle bile örtülemeyeceğini biliyorum. Artık gittiğini ve hiçbir zaman dönmek istemediğini biliyorum. Ne kadar ağlasam da ne kadar çağırsam da gözyaşlarımı görmeyeceğini, sesimi duymayacağını, duysan da bir anlam vermeyeceğini biliyorum.
Meğer ne çok sevmişim seni. Ne kadar çok vazgeçmişim kendimden. Ve sana koştukça nasıl da yüreğimi bulmuşum. Yüreğimin sonsuz okyanusunda sen dediğim sandalla yüzmüşüm.
Sandığın gibi saçma sapan bir sebepten terk etmedin beni. Sen de ben de bilemedik sevgisizliğin sebebini. Ertesi gün cinayeti hiçbir gazete yazmadı. Hiç kimse cesedimi fark etmedi. Faili meçhul aralarında dolaşırken kimse yüreğimi görmedi. Günlerce ağladım, günlerce kanadı ruhum. Neden titrediğimi sorduğunda yalan söyledim sana. Ölüyordum.
Sana kızamıyorum. Hiçbir zaman kızmadım. Şimdi eski seni özlüyorum. Sevgilim diyemediğim eski sevgilimi. O masum çocuğu. Yüzümde çarpık bir tebessümle anıyorum Cumartesi sabahları.
Sabahlar geçiyor, zaman akıyor. Sen geçmişte bir anı, süzülüyorsun yanaklarımdan sıcacık. Kum saatinde akıp giden her kum parçacığı, yeşil yeşil geçiyor gözlerimin önünden. Sen çok uzaklarda bir deniz kıyısında, ben kubbelerin derinliğine karışıp sessizliğini dinliyorum sensizliğin. Şükürler olsun beni Yaratan’a. İyi ki sevmişim seni. Sen, yüreğimdeki idam mahkumu, bir kez daha affediyorum seni. Uç gökyüzüne. Uç git ki uçuşunu seyredeyim. Bütün şiirler sana, bütün yazılar, bütün şarkılar, bütün tablolar sana hediyem olsun. Özgürlük senin, uç git, aldırma ellerindeki kana…

B.E.

Hiç yorum yok: