27 Ağustos 2008 Çarşamba

Tutunuş

Geldiğinde öyle sıkı tutunmuşum ki sana, bir türlü ayrılamayışım ondandı. Sen giderken bir uçurumun kenarına terk ettim kendimi. O kadar yara almıştı ki yüreğim, atışını duymak imkansız. Sözlerin uçurumun kenarını döven dalgalar, beni denize atmaya uğraşan fırtına kadar acımasız. Gelişinle giydiğim kanatlarım güçsüz.
Sessizliği dinliyorum uçurum kenarında. Burası benim uçurumum, burası senin uçurumun, burası ikimizin uçurumu ama şimdi sen de bilmiyorsun yerimi. Beni bilmiyorsun. Yavaşça siliniyorum varlıktan. Ben öldükçe sen de bitiyorsun ufkumda. Öyle yükselmişim ki seninleyken, düşerken bu kadar acı ondandı.
Betül Ergin

Kalabalıkta

Eskiden medrese olan tarihi yapının bahçesinde yeşillikler içinde yastıklarla çevrili tahta sedire oturmuş dinliyorlardı. Sol taraflarında uzanan yolun üstündeki köprüden geçen banliyö tren acelesi olanları işlerine yetiştirirken, olmayanlara huzur veriyor, rüzgarla yarışında saçlarını okşuyordu. Hemen arkalarındaki küçük caminin minaresinin üstünde uçuşan kuşların çığlıkları ve kanat çırpışları mutlu yüreklerin adresiydi. Onlar da yüreklerini açmışlardı bu seslere. Karşılarındaki mezar taşı yaşamla ölümü iç içe geçirmiş, geçmişten anılarla dersler veriyordu. Merhametli ve yumuşacıktı sesi, ağır ağır konuşuyordu. Hiç acelesi yokmuşçasına.
Dinliyorlardı. Bahçeden ney sesleri yükseliyordu. İsmail Dede Efendi’nin Ferahfeza Mevlevi Ayini’nden ilk peşrev hem ağlatıyor hem coşturuyor hem söyletiyordu neyi. Kanatıyordu yüreklerini. Sonra en şifalı merhemini sürüyordu açtığı yaralara. Okşuyordu usulcacık ve gözyaşlarını siliyordu hafif bir tebessümle. Dinliyorlardı.
Bahçeye yolu düşmüş bir çift, tahta bir masada karınlarını doyururken yavru bir kedinin onlara açım diyen gözlerini görüyorlardı. Çok ufaktı kedi ve açtı besbelli. Masanın yanında gezinse de çifte görünemiyordu. Birkaç kez miyavlamayı denedi. Bahçeden çıkıp arka taraftan dolaştı. Çifte daha yakın olabilmek için çitlere çıktı. Açım diye bağırıyordu artık. Yazık, onlardan başka gören okşayan olmadı yavru kediyi.
Yolda yürüyorlardı. Bilmedikleri yollarda. Bu mahalleyi eski resimlerde görmüştük diyorlardı yürürken. Kadırga sokaklarında yürüyorlardı, Kumkapı civarında. Eski bir yara sızlayıverdi aniden. Eskisinden de acıydı bu sızı. Eskisinden de fazla kanattı zavallı yüreğini. Yürürken eski evin sokağına bir bakış attı ama cesaret edemedi önünden geçmeye. Ruhunu acıtsa da eve sırtını verip koşarcasına yürüdü yokuşu… Eski kaldırımlar, eski o, eski sevgili hala oradaydılar. Hala o sokakta ilk günlerde önünden birer birer geçip gidiyorlardı. Bazen peşleri sıra yürüyordu bazen yanlarından… Bazen geçiveriyordu önlerine. Görmek istemiyordu. Kalbinin atışını duymak istemiyordu. Eski katilini görmek istemeden yürüyordu. Bir kez daha zalimce katledilmeden cesedini alıp kalabalığa karıştı.
Betül Ergin